Berlin Üzerindeki Gökyüzü Filmi Analizi

UĞUR
0

Yapım: 1987 | Almanya
Yönetmen: Wim Wenders
Oyuncular: Bruno Ganz, Otto Sander, Solveig Dommartin

   ÖZET
   Filmin öyküsü Berlin şehrinde geçmektedir. Fantastik öğeler sahip olan öykü, Berlin şehrinde ezelden beri var olan, insanlar arasında görünmeden dolaşarak dertlerini dinleyen onlara yaşama cesareti vermeye çalışan melekleri konu almaktadır. Bu meleklerden Damiel bu tekdüze sonsuzluk içinde sıkılmıştır, içinde hem insani hazları hem de acıları tatma isteği vardır, sık sık ölümlü olmanın nasıl bir şey olduğu hakkında hayaller kurar. Damiel Şehre geçici olarak gelmiş olan sirkte trapezcilik yapan Marion’a aşık olur. Ünlü sinema yıldızı Peter Falk film çekmek için Berlin’e gelmiştir. Kendisi de eski melek olup insana dönüşmüş olan Damiel’i varlığını hisseder ve onunla konuştuktan sonra, Damiel ölümsüzlüğünden vazgeçip ölümlü bir insana dönüşür. Tam çalıştığı sirk şehirden ayrılırken, daha önce rüyasında tanımadığı birinin kendine aşık olduğunu hisseden Marion ve Damiel Berlin’de birbirlerini aramaya başlarlar ve en sonunda kavuşurlar.

  ANLATIM
   Film Peter Handke’nin şiiri ile başlamaktadır, buna paralel olarak da, şiirin ilk dizelerinin bir dolmakalem tarafından kağıda dökmesi görüntülenir. Şiir ve yazınsal başlangıç şekli hemen başta filmin edebiyat formatına yakın olduğunu ima etmektedir.
   Filmin edebiyattakine benzer bir şekilde belirgin bir anlatıcı yoktur. Ancak film dışsal bir sesin yani Damiel’in okuduğu ve bir dolmakalemin kağıda yazdığı, Peter Handke’nin “Lied vom Kindsein” şiirinin ilk kıtası ile başlamakta ve hemen bitimden önce yine baş karakter Damiel’in sesinden duyduğumuz ve yine bir dolmakalemin kağıda aktardığı sözleri ile, ve en nihayetinde filmdeki yan karakterlerden biri olan yaşlı adamın yani Homer’in sözleri ile sona erer. Bu yaşlı adam film içindeki monologlarında kendini anlatıcı olarak tanımlamaktadır. Böylelikle bu ikisini, eserin bir içsel bir de dışsal anlatıcısı olarak görmemiz mümkündür.
   Olaylardan çok karakterler arasındaki diyaloglardan ve monologlardan kaynaklanan oldukça yoğun bir metine sahip olan filmde özellikle monologlar ve meleklerin aracılığıyla kulak misafiri olduğumuz insanların düşünceleri bilinç akışı (Bewusstseinsstrom) anlatım yöntemine çok benzemektedir. Arada bir değişmeli olarak karakterin bakış açısındaki kameradan aynı sahnede aniden dış kameraya geçiş ise edebiyattaki anlatımın içsel perspektif ile dışsal içsel perspektifi arasında değişmesini anımsatmaktadır. Bu iki anlatım unsuru daha dinamik ve seyirciyi olayların akışı içine çeken bir anlatım tutumu sağlamaktadır.

   ÖYKÜ
  Fantastik öğelere sahip olan öykü (Handlung) mekansal olarak filmin isminin de ima ettiği gibi Berlin’de (Ort) – gezici Alekhan sirkinde, 2. dünya savaşında geçen bir filmin çekildiği film setinde live rock müzik çalınan bir gece kulübünde, şehrin genelde sokaklarında, evlerinde, değişik mekanlarında, hem yerde hem de gökte (Raum) geçmektedir.
   Filmin süresi 2 saat 7 dakika olup anlatılan hikayenin zaman aralığı yaklaşık 2 gündür, bir sabahın erken saatlerinde başlar, sonra iki kez gece olmakta ve film yine sabahın erken saatlerinde bir noktada sonlanmaktadır. Öykü doğrusal bir şekilde aktarılmakta ve birbirine paralel seyreden bir ana olaydan, bir yan olaydan ve irili ufaklı çok kısa bireysel hikayelerden meydana gelmektedir. Arada bir de, ilgili sahnedeki kişilerin anılarına atıfta bulunarak 2. Dünya Savaşına ait belgesellerden yıkık evler, bebek cesetleri, bombardıman görüntüleri gibi alıntılar yapılmaktadır. Ayrıca filmin açılış sahnesiyle başlayarak, Peter Handke’nin “Lied vom Kindsein” şiirinin kıtaları öykünün içine serpiştirilmiştir.
Ana olayda öykü dramatik bir dönüm, bir tepe noktasına ve bir çözüm noktasına sahiptir. Damiel’in insana dönüştüğü an bir dönüm noktası olup, Damiel’in taşınan sirke gelip Marion’u bulamadığı an ise öykünün tepe noktasıdır, Damiel ile Marion’un Berlin içinde birbirini araması ile yaratılan küçük de olsa gerilim öykünün sonuna doğru Damiel ile Marion’un buluşması ile çözüme ulaşmaktadır.



  
 KARAKTERLER
   Karakterlerin kurgusuna (Figurenkonstellation) bakıldığında ise en önemli karakter olarak nitelendirebileceğimiz melek Damiel ile diğer iki baş karakter yani arkadaşı melek Cassiel ve aşık olduğu trapezci kadın Marion arasında farklı birer ilişki düzlemi bulunmaktadır. Bunu farklılık ve karşıtlık olarak tanımlamak mümkündür. İkisi de melek olmasına rağmen Damiel ve Cassiel’in kişilikleri arasında, filmde de belirgin bir şekilde vurgulandığı üzere önemli ayırt edici kişilik özellikleri vardır. Marion ise Damiel’e göre zıt taraftır. İkisi karşıt ama birbirini tamamlayan özelliklere sahiptir. Filmde yer alan diğer önemli karakterler ise insan sinema artisti Peter Falk – o da tıpkı Damiel gibi eski bir melektir – ve kendini anlatıcı olarak tanıtan yaşlı bir adamdır. Peter Falk filmde gerçek hayattaki kendi ismiyle – hatta buruşuk pardösülü kıyafetiyle bir TV dizisindeki rolü komiser Kolombo’yu çağrıştıracak şekilde oynamaktadır. Yaşlı adam ise burada tarihin derinliklerinden gelen bir anlatıcıyı yeni Homer’i temsil etmektedir.
   Damiel ve Cassiel’in arasındaki farklılıklar kişiliklerinde ortaya çıkmakta ve filmin sonuna yaklaştıkça giderek belirginleşmektedir. Bu farklılıkları hem diyaloglarındaki ifadelerinde ve olaylara bakış açılarında, hem de yüz ifadelerinde görmek mümkündür. Damiel daha çocuksu ve insani ve dünyevi şeylere eğilimli, Cassiel ise daha idealist ve ciddi bir tavır sergilemektedir. Örneğin, Damiel gülümseyen çocuksu ifadesiyle sirkte oturmuş çocuk tiyatrosunu seyrederken, Cassiel donuk bir yüz ifadesiyle, ayakta olup biteni inceleyen bir tavırla etrafı süzmektedir. Aralarındaki farkı çarpıcı bir şekilde ortaya koyan sahneler, eski bir melek olarak Peter Falk’ın her iki melekle de karşılaştığı iki ayrı sahnedir. Aynı sosis tezgahı önünde aynı monolog ile onları yanında hissettiği için “companiero” “ben dostum” diye elini uzattığında verdikleri iki melek farklı tepkiler verirler. Damiel Falk’ın elini sıkarken, Cassiel tokalaşmak için elini uzatmaz. Bu gibi sahneler ile aralarındaki bu ayrım belirgin bir şekilde vurgulanmaktadır.
   Damiel ile Marion’un arasındaki karşıtlıklar ise daha çok birbirini bütünleyen bir şekildedir, bunları farklı boyutta görmek mümkündür. Bir erkek diğeri kadın, biri melek diğeri insandır. Ancak bu roller filmin seyri içinde değişecektir. Örneğin ikisini bir arada gösteren trapez gösterisinde Damiel melek olduğu halde insan konumunda yerden onu izlerken, Marion insan olduğu halde trapeze bağlı olarak da olsa, sırtına taktığı melek kanatları ile havada uçmaktadır. Rollerin değişmesiyle ilgili diğer önemli bir sahne de, Damiel insan olduktan sonra ilk kez kavuştuklarında genelde erkeğe atfedilmiş bir işlev olan “aşk ilanı”nın kadın olan taraf Marion’ca uzun bir monolog ile yapılır. Marion ise sadece susmaktadır. Filmin son sahnesinde de ip üzerinde yukarıda gayet rahat hareketlerle trapez gösteri yaparken, Damiel aşağıda beceriksizce ipe tırmanmaya çalışır henüz yeni insan olmuştur çünkü – artık roller değişmiştir biri insan diğeri melek olmuştur.

SIYAH BEYAZ VE RENKLI ÇEKIMLER, IŞIK
Filmin yaklaşık dörtte üçlük yani 1,5 saatlik kısmı siyah beyaz çekimdir. Marion’un insana dönüşmesinden sonra ise ağırlıklı olarak renkli çekim kullanılmıştır. Bunun çok önemli işlevleri bulunmaktadır. En önemli işlevi renkli ile siyah-beyaz çekim arasındaki fark ile meleklere ait olan ile insani olan arasında bir ayrım yaratmaktır. Dünyanın renkli bir yer olduğu da ayrıca replik içinde kullanılan renk ve ışık imgeleriyle pekiştirilmektedir. Böylelikle filmin ana karakteri olan ,Ancak filmin siyah-beyaz çekilmiş olan başlangıç bölümünde de kısa süreli olarak renkli çekime geçmektedir. Bunun yine benzer bir işlevi vardır. Damiel’in insanlaşmaya başladığının habercisidir. Örneğin Damiel Marion’a aşık olduğunda [00:26:30] çekim renkliye döner. Wenders’in bir röportajda belirttiği gibi bu kısa süreli renkli geçişler ya bir melek sahneden ayrıldığında ya da meleğin insani duygulara kapıldığı anlarda gerçekleşmektedir. Peter Falk karakterini de bir sahnede tümüyle renkli olarak görürüz bu da onun aslında insana dönüşmüş eski bir melek olduğunun habercisidir [01:09:09]. Diğer yandan filmin görselliği oldukça ön plandadır. Çok tecrübeli bir görüntü yönetmeni olan Fransız Henri Alekan’ın ustaca kullandığı ışık sayesinde karakterlerin monologları (örneğin karavandaki Marion) sırasında kişilik özellikleri daha çarpıcı bir şekilde betimlenebilmiştir.

KAMERA
Filmin başlangıcında ve siya beyaz olan meleklerin bakış açısının vurgulandığı ilk bölümünde özellikle yükseklik boyutuna derinlik kazandıran alttan çekim ve kuş bakışı kamera teknikleri kullanılmıştır. Bu amaçla yüksekliğin ve gökyüzünün daha iyi vurgulanabileceği trapezi gösterisinin yapıldığı sirk çadırı ve kütüphane gibi mekanlar seçilmiş, melekler Gedächniskirche ve Viktoriamonument gibi yüksek anıtların tepesinde çekilmiştir. Böylelikle meleklerin insanların dertlerini dinlemeye ve onlar için üzülmek üzere aşağı yanlarına inmeler ile arada bir karşıtlık yaratılmış olmaktadır. Filmin Damiel’in insan olmasından sonraki ikinci bölümünde ise kamera artık tümüyle yere ve insanların göz hizasına iner, sadece seyrek olarak arada bir yukarıda yalnız kalmış olan Cassiel’e yukarı çevrilir. Hatta Damiel Cassiel ile insan olmadan hemen önceki diyalogunda bunu şöyle haber verir:

„…Herab von unserem Ausguck der Ungeborenen. Zuschauen ist nicht herabschauen, es geschieht auf Augenhöhe …“ [01:30:23]

Kamera çekimlerle ilgili diğer önemli bir konu da – Wenders’in, genelde karakterlerin bakış açısına bağlı kamera kullandığı diğer filmlerinden farklı olarak bu filmde tercih ettiği, diğer yönetmenlerde pek rastlanmayan, ilginç bir kamera çekim yöntemidir. Aynı sahne çekilirken karakterin bakış açısındaki kameradan aniden dış kameraya geçilmektedir. Wenders bunun amacını, aniden bir yabancılaştırma ve araya mesafe koyma etkisi yaratmak olarak açıklamaktadır. Örneğin motosiklet kazasında ölmekte olan adamın çekimlerinde, adama yaklaşırken Damiel’de olan kamera bakış açısı aniden değiştiği an, bir kaza yerine yaklaşan meraklı bir bakışın ölmekte olan adamı görüp irkildiği an ile örtüşmektedir [00:36:22]. Burada yani insani acının bire bir hissedildiği anda, durumu ve kontrolü bir melek ele almakta ve bir şekilde dikkatler meleğin taşıdığı şefkat ve empati misyonuna odaklanmış olmaktadır. Yardımcı görüntü yönetmeni Godard’a göre bu esasen, çekimlerindeki bir çok teknik detaya önceden planlamadan doğaçlama bir şekilde sahne çekildiği anda karar veren Wenders’in yaratıcılığının bir eseridir. Bu teknik, hayatın devam ettiği, zamanın sürekliliği ve ölümün de hayatın bir parçası olduğu gerçeğinin, şiirsel bir dille anlatılmasına yardımcı olmuştur.

SESLER VE MÜZIK
Filmin ilk bölümünde genel olarak, meleklere paralel olarak, klasik müzik enstrümanlarının hüzünlü tonları, koro ve opera ezgileri hakimdir. Ağırlıklı olarak keman sesi hakimdir, melekler Berlin’in sokaklarında insanların yanında dolaşırken – filmin başında ilk kez şehre bakılırken ise çello, meleklere odaklandığı bazı önemli anlarda da harp melodisi duyulur.

Fakat insanlarla ilgili sahnelerde örneğin sirk sahnelerinde neşeli akordeon melodilerini duyarız – sirk kumpanyaları gibi günü birlik yaşayan göçebe neşeli çingenelerin ezgisini. Marion’un monologlarını ilk dinlediğimiz sahne de ise arka planda Nick Cave’in mırıldanmalarını duyarız belli belirsiz, bu finalde canlı olarak çalınacak “from her to eternity” parçasının habercisidir bu fon müziği. Damiel ile kavuştuğu son sahnede ise Marion’un bu şarkının sözleri ile arasında bir paralellik vardır, Marion ile Damiel’in sonsuzluk içinde birleşmesini vurgular:




„…But ah can hear the most melancholy sound
Ah ever heard!
Walk and cry! Kneel and cry!
From her to eternity
From her to eternity.“

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)