1963- ISVEÇ INGMAR BERGMAN
OYUNCULAR:Ingrid
Thulin, Liv Ullmann, Bibi Anderson, Harriet Anderson
Filmin iki kadın karakteri arasında en başlarda pek fazla
dışarı vurulmayan bir husumet söz
konusu.İki kız kardeş arasında geçmiş zamanlarda yaşanılan kişisel problemler büyük
kardeşin hastalığının ciddiyeti içerisinde bile devam ediyor.Büyük abla,
çalışkan, kuralcı, titiz ve mükemmeliyetçi. Çok okuyor, çok yazıyor, eksik,
hasta ve güçsüz görünmekten çok korkuyor.Küçük kardeş; güzel bir yüze ve fiziğe
sahip. Arzulanabilecek bir kadın. Dış görünüşüne çok önem veriyor, çünkü
zihinsel durumlarda, ablası ile kapışabilecek bir dil- kültür disiplinine sahip
değil.
Yani küçük kardeş; ablasının egomanyası altında kaybettiği
bireyselliğini bedenine önem vererek, onu çekinmeden halka sergileyerek önemli
bir insan pozisyonu kazanmaya çalışıyor.
Çatışmanın
temeli; küçük kardeşini her zaman hatalı, eksik ve zavallı laflarıyla büyüten
büyük abla yüzünden kopan aile bağlarında.
Yan
çelişki/ çatışmalarda ise; kendi insani güzelliğini dış baskı (abla) ortamı
yüzünden ortaya koyamamış, erken denecek yaşta evlenmiş küçük kardeşin; ahlaki
sınırları zorlamak pahasına kendini gerçekleştirme çabası bulunuyor.
Büyük
abla, mükemmel derecede geliştirdiği zihni sebebiyle insanları küçümseyen bir
konumda. Ama küçük kardeş, ablasına oranla daha güzel bir dış görünüşe
sahip.Büyük ablanın cinsel anlamda
tatminsizliği var.Bunları bir eziklik durumu gibi kavrayan küçük kardeş de
ablasına ego noktasında yetişebilmek için bu verileri kullanıyor.
Abla
ise kardeşinin kendini kanıtlama çabasını kızın bilinçaltında gördüğü için,
halen onu zavallı bir konuma etiketlemekte ısrarcı.
Ve
yolculukları sırasında bu iki kardeş ve küçük çocuk kötü ilişkilerini sunabilecek bir otelde konaklıyorlar.
Filmi
diğer ikiliden ilişkisiz olarak düşündüğümüzde kadının toplumdaki yerinin
sorgulanması ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz.
Erkekleşen,
lüzumsuzca erkeğin en büyük belası egoya tutunan kadın figürünü ve bunu kabul
etmeyen eski kafalı, doğanın kendisine atadığı bedeninin cazibesini kullanan
geleneksel kadın figürünü görülüyor.
İkisi
de kadının hakikati değil. Bu işleniyor.
Birisi
yalnız başına ölecek kadar gururlu, diğeri de kendi bedenine yapışacak kadar
bencil, iki kadın inceleniyor.Bir de çocuk var arada.
Hiç
anlamadığı dilden konuşan insanlarla ilişki kurabiliyor.Hem teyzesini, hem
annesini hiçbir problem olmadan kucaklıyabiliyor.Çocuk gibi saf, temiz bakıyor
insanlığa.
Oyun
oynuyor, çünkü enerjisi var.Etrafta koşturuyor, çünkü meraklı.
KLasik,
modern, postmodern insanın handikaplarından ötede, bu akımların oluşturduğu
insan tipine bir nefes alma alanı imkanı sunulmuştur.
Yani
insanın analizi; ortaya koyduğu küçük düşürücü davranışlardan çıkılarak değil,
insanın kendisinin daha üstün olduğu anlayışından çıkılarak değerlendirilir.
Kendi
hakikatini unutmuş bir insan; zaten ne yaparsa yapsın, hep bir eksiklik
duyacaktır bakışından değerlendirilir.
Bu
bakış açısı; sanatın bir kişisel terapi olmaktan çok bir yaratım eylemi
olduğunu sunmaktadır.
Bergman’ın filmlerinde
terapistlik fiili görünebilir. Sanki filme dokunacak bir aşkın güç;
filmin tüm havasını değiştirecekmiş gibi görünür.