FİLMİN
ADI:The
Seventh Continent / Yedinci Kıta (1989)
FİLM
YAYIN TARIHI: 1989 (Avusturya)
YÖNETMENİ:
Michael HANEKE
OYUNCULAR : Birgit
DOLL
Dieter BERNER
Udo SAMEL
Leni
Tanzer
SÜRE: 104
Dakika
YAPIMCI:Veit
HEIDUSCHKA
TÜR: Dram
FİLM’İN ÖZETİ
Film
bir araba yıkama sahnesi ile açılıyor. Küçük bir kızları olan, bir çift ile
tanışıyoruz; bu aile fertleri, filmimizin kahramanları. Kadın ve adamın her
sabah düzenli bir şekilde işlerine gidip akşam dönüyorlar. Kızları ise okuluna gidip
geliyor. Baba Georg mühendis, anne Anna gözlükçü, Eva ise sekiz yaşlarında bir
öğrencidir. İlk bakışta ailenin düzenli ve konforlu yaşamı hayli uyumlu görünüyor. Ancak bir anda işler değişmeye başlıyor. ilk
gerginlik Eva’nın okulda kör taklidi yaptıktan sonra öğretmeninin onun yalan
söylediğini anlaması ve annesine şikayet etmesiyle yaşanıyor. Anna, Eva’ya
doğruyu söylemesini ve ona zarar vermeyeceğini söyler ancak ardından Eva’nın
ona doğruyu söylemesiyle birlikte Anna kızının suratına çok sert bir tokat
indiriyor. Çocuklarının rahatsızlığı ve iş hayatlarındaki problemler onları
oldukça 'radikal' bir karara doğru hızlı adımlarla sürüklüyor...
Yönetmenin ilk bölümlerde, özellikle kimi objeleri ve durumları kullanımı dikkat çekiyor. Bize aile fertlerinin yüzlerini göstermiyor .Bu da bizim onlarla yakınlık kurmamızı engellenmiş oluyor, ayrıca aile fertleri içerisinde ki bağlantı kopukluğu da böylelikle bizlere yansıtmış oluyor. Aile bireyleri birbirleriyle çok nadir konuşuyorlar. Film de genelde sessizlik hakim; makinelerin sesleri dışında…
Yönetmenin ilk bölümlerde, özellikle kimi objeleri ve durumları kullanımı dikkat çekiyor. Bize aile fertlerinin yüzlerini göstermiyor .Bu da bizim onlarla yakınlık kurmamızı engellenmiş oluyor, ayrıca aile fertleri içerisinde ki bağlantı kopukluğu da böylelikle bizlere yansıtmış oluyor. Aile bireyleri birbirleriyle çok nadir konuşuyorlar. Film de genelde sessizlik hakim; makinelerin sesleri dışında…
Baba
Georg’un işinde terfi almasıyla birlikte ailenin ekonomik durumu iyice
güçleniyor ama bu gelişme hayatlarının monotonluğu da arttırıyor. Filmde
kahvaltı ve yemek saatleri uzun uzadıya veriliyor. Fiziksel ihtiyacı
karşılamanın dışında yüzlerinde yaşamsal ve duygusal hiçbir ifade yok.
Birbirlerine sadece “günaydın” diyen bu çift söylenecek ve söylenmesi
gereken her şeyi söylemiş gibidirler. Bu “Günaydın” onlar için terlikler
giyilecek, dişler fırçalanacak, çocuk uyandırılacak, kahvaltı yapılacak,
akvaryumdaki balıkların yemi verilecek, çocuk ‘kimsesizler yurdu’ gibi işleyen
okula bırakılacak, işe gidilecek, işte düşen olmamak için hatta daha çok daha
çok yükselmek için bir diğerinin ayağı kaydırılıp düşürülecek, alışveriş yapılacak,
kasiyerin yüzüne bakılmadan geçilecek, akşam yemeği yenilirken arka fonda müzik
çalacak, müzik duyulmayacak, uyuyana kadar televizyon izlenecek ve aynı saatte
başlayan, başlarken aynı zamanda biten yeni bir gün için erkenden yatılacak…
Araba yıkama sahneleri, yemek masasında geçen bölümler, akvaryum,
gazeteler, TV görüntüleri gibi kullanımların tamamı ailenin sırtını yasladığı
konformizmin simgeleri olarak birer birer önümüze konuluyor .Bunların
herbirinin, aileyi aslında nasıl ruhsuzlaştırmış olduğu çok iyi yansıtılıyor...
Anna’nın araba yıkama servisinde ki ağlama krizi, Georg’un çalışırken yaşadığı
olaylara tamamen tepkisiz kalması ve Eva’nın hiç gülmeyen yüzü bu ruh halinin
resmidir..
Aile
bireyleri,bu hayattan ellerini ayaklarını herşeyden çekmeyi kararlaştırıyorlar.
Sonra da bu konformist düzenin kendilerine daha önceden sunduğu tüm bu
'objelerden' birer birer kurtulmayı seçiyorlar. Geçmişi yok etme bölümü; özel
günlerin biricik yansıması olan resimler, tüm mobilyalar, çocuğun yaptığı
resimler ve karalamalar, evdeki tüm eşyalar, yok edilir. Sonrasında hala
özgürleşemeyecek olduklarının farkında olduklarından sıra 'kendilerine' geliyor…
DÜZ ANLAM
Film
aslında bilindik anlamda bir öykü bile anlatmıyor denebilir. Ortada sadece bir
'durum', bir 'kırılma noktası' ve gelinen 'feci son' var. Bir anlamda filmi bir
psikolojik gerilim olarak adlandırmak da mümkün. Farklı yönü, sakin, buz gibi
bir yapı kurup, kamerasını da daha çok bu 'patlama'nın sorumlusu olarak
görülecek objelere yöneltip oradan bir gerilim yakalaması ve aynı yapıyla bir
kapitalizm ve bir yönden de 'insan' eleştirisi ortaya koyuyor.
YAN ANLAM
Zamanın
en küçük algılanabilir birimine kadar planlanmaya çalışıldığı, insan varlığının
hesaplanabilir niceliksel bir öğe haline geldiği toplumlarda, insanın düşmekte
olduğu varoluşsal durumu görebiliyoruz. Karşımızda belli bir hayat kuralları
çerçevesine yaşayan, hayatlarında farklı hiçbir şey olmayan insanlar, görünürde
her şey tertemiz belli saatlerde kalkılıyor, belli günlerde araba yıkanmaya
götürülüyor. Fakat sürekli arka planda işleyen görünmeyen bir huzursuzluk, bir
tedirginlik var.
MİTLER
Cansız varlıklara bağımlı hale gelmiş insanoğlu, zamanla o varlıklara benzeyerek donuklaşıp, ruhunu kaybetmekte; işin fenası bunun farkında olmasına rağmen giderek daha fazlasını ister hale gelmektedir.
Cansız varlıklara bağımlı hale gelmiş insanoğlu, zamanla o varlıklara benzeyerek donuklaşıp, ruhunu kaybetmekte; işin fenası bunun farkında olmasına rağmen giderek daha fazlasını ister hale gelmektedir.
Bir
insanın nasıl yok edilebileceği aslında hedefi, geleceği yok etmektedir.
METAFOR (EĞRETİLEME)
Filmde
metafor olarak akvaryum kullanılmış. Akvaryum burada sistem içinde
“hapsolunmuşluğu” simgeler. Bu hapsolunmuşluk mutlak bir umutsuzluğu barındırır. Çünkü akvaryum
dışında hayat mümkün değildir. Bu nedenle filmde akvaryumun kırılma sahnesi,
kritik sahnelerden biridir. Bu sistemden çıkmak, çırpına çırpına ölmek
demektir. Gerçeğin yüzü bu kadar acımasız, yalın ve soğuktur. Bu nedenle
insanların çoğu, bu sonu tercih etmezler. Filmdeki aile bireyleri bu sistemden
çıkma kararını verdiklerinde ölümden başka çarelerinin olmadığını düşünürler.
Ama bu gerçek, pek yalın olarak akvaryumun kırılma sahnesinde yüzlerine
vurulur. Yönetmen, her bir balığın ölmesine uzun uzadıya yer vermiştir. Çünkü
akvaryumdan çıkış ve bunun sonucunda gelen kaçınılmaz ölüm, ailenin aldığı
kararın adeta simülasyon uygulamasıdır; orada ölen balıklar değil aile
bireyleridir. Babanın cümlelerinde ailenin en genç üyesi olan küçük çocuğun,
ailenin kararını onayladığına dair bir ifade duyuyoruz. Bu yaştaki bir çocuğun
bu kararı anlama ihtimalinin bile bulunmaması, akvaryumun kırılma sahnesinde
net olarak ortaya çıkıyor. Çocuğun, akvaryumun kırılmasına gösterdiği tepki,
aslında ailenin aldığı kararı reddetmesinin bir göstergesidir. Çünkü o yaştaki
çocuk umutsuzluk ve intihar düşünecek
olamaz. Ancak intihar eden ana-babaların, önce çocuklarını öldürmelerine de az
rastlanmaz. Kendilerinin terk ettiği bu soğuklukta, çocuklarını terk etmeye
gönülleri razı olmaz, onları da birlikte götürmeyi tercih ederler. Filmde
ebeveyn, çocuklarının verilen kararı anladığı ve onayladığına dair bir ussallaştırma
yapmak zorunda kalmıştır.
Filmin
bir çalar saatin mekanik sesiyle açılması ve saat altıyı göstermesi zaten
umutlu bir başlangıçtan ziyade zamanın dışına çıkılmasına izin vermeyen bir
hayatın içinde hep sonu barındıran, sonsuzluğun ise bir ütopya ya da metafizik
bir öğe olarak kaldığı kısır döngü bir hayatı imler. Çalar saat çalar ve
kendiliğinden bir radyo frekansına bağlanır. Georg ve Anna yataktan
kalkarlarken ses oradadır, radyodaki bu sesin onlar için aynı şekilde başlayan
günlerini garanti etme, kendi suskunluklarını gizleme gibi anlamları vardır.
METONİMİ (DÜZ DEĞİŞMECE)
Metonimik
anlamda, İnsan kendi ürettiklerinin esiridir. Araba, ev, kişisel eşyalar, para,
süper market, tv, medya gibi mitler bitmek bilmeyecek rahat bir hayatı
çağrıştırmaktadır. Bu anlamda bu mitler onlar açısından insansı araçların
gücüne vurgu yapmaktadır.
DİZİSEL BOYUT
Filmin çözümlenmesinde oluşturulan bu farklılıklar; Filmde inisiyatifi
elinden alınmış, sistemin kendisinden bekledikleri dışında hiçbir edimi
olmayan, yani varoluşsal olarak “çoktan ölmüş” bir aile ele
anlatılırken, filmin vurguladığı diğer önemli bir konu da refah
toplumlarında ilişkilerin giderek mekanikleşmesi ve hem aile içinde hem de
toplumda meydana gelen kopukluğun oluşumu anlatılmıştır.
DİZİMSEL BOYUT
Filmde Sahip oldukları nesneleri filmin başından beri yakın planda veren yönetmen, karakterlerin yüzleri ve nesneler arasında iç-dış ayrımını ortadan kaldırır, insanların yüzleri nesneleşmiş gibi, nesneler de bir yüze dönüşmüş gibidirler. Sahip oldukları onları içine hapsetmiş ve yüzleri bir darbeyle ortadan kırılacak bir eşya görünümünü almıştır. Bu ifadesiz, buzlaşmış yüzler seyirciye empati kurma şansını tanımıyor, karakterlere dışarıdan bakıp onlara karşı duygular hissetmesine izin vermiyor.
KODLAR
Filmde Sahip oldukları nesneleri filmin başından beri yakın planda veren yönetmen, karakterlerin yüzleri ve nesneler arasında iç-dış ayrımını ortadan kaldırır, insanların yüzleri nesneleşmiş gibi, nesneler de bir yüze dönüşmüş gibidirler. Sahip oldukları onları içine hapsetmiş ve yüzleri bir darbeyle ortadan kırılacak bir eşya görünümünü almıştır. Bu ifadesiz, buzlaşmış yüzler seyirciye empati kurma şansını tanımıyor, karakterlere dışarıdan bakıp onlara karşı duygular hissetmesine izin vermiyor.
KODLAR
Kodlar toplumsal kültürün bir ürünüdür ve toplumsal geçmişe ya da kullanıcıları
arasındaki uzlaşmaya dayanır. Bu filmde orta sınıf çekirdek bir ailenin
hayatını devam ettirmesi açısından diğer insanlar gibi fizyolojik ihtiyaçlarını
gidermeleri için çalışmaları, çabalamaları her insan uğraşısı için aynıdır.
Fakat sistemin ve sistemin oluşturduğu toplum yapısının insanları; bitmek
bilmeyecek bir döngü içerisine hapsetmişçesine, her gün aynı uğraşılar
etrafında aynı şeylerin yapılması bir monotonluğa bu monotonluğun mekanikleşmeye
ve sistemin olmazsa olmazı parçaları haline dönüştürmüş, doğal olarak ailevi ve
toplumlar arası ilişkilerin de kilitlenmesine neden olmuştur.
GÖSTERGE ÇÖZÜMLEMESİ
GÖSTERGE:
İnsan
Şehir
Nesne
Aile
Toplum
yapısı
GÖSTEREN:
George,
Anna ve kızları Eva
Avusturya
Araba,
ev, para, süper market, kişisel eşyalar, tv, medya, makineler, nesneler
Orta
sınıf çekirdek bir ailenin oluşturduğu burjuvazi
GÖSTERİLEN:
Sistemin
içince, sistemin ve nesnelerin, makinelerin esiri olmuş, duyarsızlaşmış, nesneleşmiş
ilişkiler içindeki insanların, kimliksiz bir hale gelmesi.Kapitalizm ve onun
oluşturan bölge.Bireyleri esiri yapan, onları kendi gibi cansızlaştıran ve
toplumdan koparan nesnelerin, nesnelleştirmesi.Batılı insanın soğukluğunun gösterilmesi;
bu soğukluğun ortasında büyüyen anlamsızlığı ve bu anlamsızlığın ortasında
çırpınan batılı insanın ve ilişkilerin buzlanması.
Bu
filmde kullanılan göstergeler:
-İnsan göstergesi olarak, orta sınıf çekirdek
bir aile yaşanının nesneleşmiş yapısı.
-İkinci
gösterge, şehrin merkezinde bir yer (Batı toplumu)
-Üçüncü
gösterge olan nesneler, insanları; bu bitmek bilmezmiş gibi görünen yaşamın
esiri haline gelmesine neden olan dünyevi, bağlayıcı ve oyalayıcı işlevlerinin
insanlar üzerindeki egemenliği.
-Dördüncü
gösterge olarak kullanılan aile ve toplum yapısı; sistemin kölesi haline
getirdiği, onların düşünmesine dahi izin ve fırsat vermeyen kapitalist sürecin
oluşturduğu, insanlar arası sağlam bir ilişkinin olmadığı, ailesel ve toplumsal
ilişkilere karşı duyarsızlaşan, cansız nesnelerin cansız esiri olmuş
sorgulayamayan insanların oluşturduğu et yığını.
DİZİSEL VE DİZİMSEL ÇÖZÜMLEME
Canlı-Cansız
Doğal-Yapay
Güçlü
–Güçsüz
Düzenli-Düzensiz
Kadın-Erkek
Gerçek-Sahte
Tutarlı-Tutarsız
Dayanıklı
- Dayanıksız
Kararlı
-Kararsız
Gelişmişlik
-Geri kalmışlık
Başarı
- Başarısızlık
Sürekli-
Süreksiz
METAFOR VE METONİMİ KULLANIMI
Filmde
öncelikle doğal olarak toplumun bir parçası olan insan ve insanın zamanla
toplumdan ayrışarak sistemin bir parçası haline dönüşürken, insanın kendisine
ve topluma yabancılaşması, üstelik yabancılaşma olgusunun, kendisinin ürettiği
cansız nesnelerin kölesi haline gelmesi vurgulanmaktadır.
Metaforik açıdan insansı değerler yerine,
insanın geliştirdiği araç-gereçlerin artık günümüzde tanrısal mitlerden daha
çok mitleştirildiği görülmektedir. Filmde
insan ise kendi ürettiğinin metaforudur.
SONUÇ
Film
kent bireyciliğine bir itiraz olarak görülebilir.Yönetmen, kendisinin de içinde
yetiştiği bu toplumda buzlaşmış kent ilişkileri gerçeğini bize anlatır. Araba
yıkama sahneleri bireyin rutin içinde kayboluşunu, bireyin hayatının tümüyle
rutine dönüşmesini, dolayısıyla birey olmaktan çıkışını da anlatmaktadır. Kendisi
de, çevresinde dönen mekanik ilişkiler ağının mekanik bir öğesine dönüşmüş
durumdadır. Bu anonimlik, bu isimsizlik, intihara kadar varan sinirsel
buhranların kaynağıdır. Seyirciye kendi
gerçekliğini acımasızca vererek seyircinin de bulunduğu kıtayı sorgulamasını
sağlamıştır.
Filmde
inisiyatifi elinden alınmış, kendisinden beklenenler dışında hiçbir edimi olmayan,
yani varoluşsal olarak çoktan ölmüş bir aile ele alınmıştır. Varoluşsal
intiharın fiziksel intihara dönüşüm süreci anlatılırken, varoluşsal ölümün can
sıkıcılığı seyirciye iyiden iyiye iletiliyor.
On dokuzuncu yüzyılda
maddeyle özdeşleştirilen, insanı engelsiz, kusursuz ve pürüzsüz yüzeylerde
işleyen bir makineler ordusu gibi algılayan rahatlık ve konforluk arayışı
giderek rastlantısallığa yer bırakmamaya ve insanın uyarım ve duyarlılık
düzeyini aşağıya çekmeye başlamıştır. Rastlantının olmadığı, engelsiz, sorunsuz
işleyen toplum algısı yaşamsallığı da beraberinde silikleştirmeye başlamıştır.
Kendi içine dönük “bireycileşmiş” insan için varoluş her gün yinelenen küçük
kıyametler gibi algılanmaya başlanmıştır