Hasan Karacadağ ve “Yerli” Korku Sineması

Burhan
0


Hasan Karacadağ ve “Yerli” Korku Sineması


Bir Hasan Karacadağ filmi D@bbe (2005) ilk yerli korku film olarak dikkatleri üzerine çekmişti. D@bbe serisini Semum izledi. Bu filmler farklı ve samimi uğraşlarından ötürü ve az da olsa etkileyici bulunduğu için bir kesim izleyicinin takdirini kazandı. Karacadağ şimdi de El-Cin filmiyle seyirciyle buluştu. Yönetmen, filmleriyle korku sinemasında yeni bir soluk olma iddiası taşıyor. Asıl amacının Batı klişelerinden sıyrılıp, İslam kültüründen beslenerek daha farklı, dinamik bir yapı icra etmek olduğunu vurguluyor. Karacadağ seyirciyi korkunun kaynağına çekmeyi, gerçek hikâyenin içine dâhil etmeyi her yeni filminde deniyor. Ancak yeni deneyimler yaşatmak adına çektiği her filminin acımasızca eleştirilmesinden oldukça rahatsız. Yönetmen seyircinin bu tepkisini anlayamadığını ifade ediyor; fakat filmlere “seyirciye neyi garanti ettiği” üzerinden yaklaşılırsa aslında seyircideki rahatsızlık durumunun nedeni de ortaya çıkıyor.

Hasan Karacadağ klasik Amerikan korku türüne karşı bir taraf olmak çabasıyla sunduğu fikri yapıya karşılık, her filmiyle seyirciyi korkudan sarsacağına dair söz veriyor. Ancak iddia ettiği etkileyiciliği sağlayamadığı için seyirciye hayal kırıklığı yaşatıyor. Karacadağ, bir korku filmi yönetmeni olarak söylemlerinde kadim, etkili, gerilim öğesini diri tutan bir yapıdan bahsetmekle beraber filmlerinde yüksek dozda efekt, ses ve görüntü ön plana geçiyor. Yaşanmış olaylardan yola çıkan korku unsurlarını kullanmak yerine, inandırıcılık üzerine çalışmak bu noktada daha manidar gözüküyor.

Karacadağ korku filmi yapma sebebini açıklarken ölüm ve ölüm sonrası yaşama ilgisinden bahsediyor. Hayatın kendisinde birçok korku ve gerilim sebebi varken; devamlı surette -kaynak olarak Kuran-ı Kerim’den faydalandığının altını çizerek- kutsal kitap, öte dünya ve ölüm klişesine yaslanıyor. Aslında Batı kültüründen arınmak niyetine de bu açıdan ters düşüyor. Alternatif oluşturmak için yaslanılan kültürel motifler aslında farklılaşamayarak klişe olmaktan öteye geçmiyor. Farklı efektler, varlıklar kullanmak, İncil’den değil de Kuran’dan beslendiği iddiasını taşımakla yerli bir korku sineması örneği ortaya konmuyor.

“Bilinmeyenden, varlığını hissettiğimiz bilinmeyenden korkarız” derken bu bilinmeyeni cin kavramı içerisine sıkıştırıp, sınırlandırmak ve filmlerinde bunun üzerine gitmek yönetmenin de sınırlanmasına sebep oluyor. Bu ifadeleri kullanırken “İslam kültürü” ifadesini bu sınırlı yapının içinde daha da sınırlandırarak, İslam kültürü eşittir cin hikâyeleri gibi bir mizaha kapı aralıyor. Sonuç olarak El-Cin filmi de bu sınırlı yapının ötesine geçemeyen, kendini aşamayan bir film oluyor.

Modern Zaman İnsanı Ne İle Korkar?

Peki; günlük hayatın hız, gürültü ve karmaşasına alışık insanı ne korkutulabilir? Korku filmlerinde ani görüntü ve sesler kullanarak korkutma çabası artık günlük hayatın gürültüsü içindeki seyirciyi etkilemiyor. Dolayısıyla bir şeyin inandırıcılığını ve gerçekliğini kanıtlamak için kullanılan efektler ve 3D filmler korkulan nesneye veya olaya seyirciyi yaklaştırdığı için seyirciyi doyuran, merak duygusunu kurutan bir seçim oluyor. Bu yüzden giderek et ve kan bu filmlerin yerini alıyor. Bugün artık Testere serisini etkilenmeden izleyen ve hatta bununla övünen bir seyirci kitlesiyle karşı karşıya kalan korku filmi yönetmenlerinin işi gerçekten zor. Fakat bu durum, diğer taraftan farklı bir tür yaratmak için iyi bir dönemde olduğumuz anlamına da geliyor.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)